TMMOB Çevre Mühendisleri Odası
TMMOB
Çevre Mühendisleri Odası
ÇEVRE GÜNÜ’NDE ÇEVRE İÇİN MÜCADELEYE

Çevre sorunları çoğu zaman magazinleştirilerek ya da kimi "sosyal sorumluluk projeleri" ile şirketlerin imaj çalışması olarak gündeme getiriliyor.

Oysa sağlıklı ve dengeli çevrede yaşama hakkı anayasa ile güvence altına alınmış temel bir insan hakkıdır.

 

Dünya Çevre Günü; 5 Haziran 1972 yılında Stockholm‘de toplanan "Birleşmiş Milletler Çevre ve İnsan Konferansı"nın yıldönümü olan tarihtir. Bu konferansta BM "temiz ve sağlıklı bir çevrede yaşamanın temel bir insan hakkı olduğunu karar altına almıştır. 1970‘li yılların ikinci yarısından itibaren de konferansın toplandığı tarih, Dünya Çevre Günü ilan edilmiştir. Ülkemizde genel politika süreçleriyle büyük bir uyum içinde, çevre alanı da yıllar boyunca istismar edilmiş, bir talan ve yağma olanağı olarak yerli ve yabancı sermayenin hizmetine sunulmuştur. Çevre sorunlarına ilişkin politika yoksunluğu ve yasal karmaşa, denetim ve yaptırım eksikliği gibi sorunlar; doğal olay olan depremlerin katliama, yağışların sel felaketlerine, yanlış yerleşim politikalarının rant kavgalarına, çöp dağlarının bombalara dönüşmesine neden olmuştur.Çevreyi, tüm ekosistemi koruma odaklı yani bir anlamıyla da kamunun yararını gözeten politikalar, belli sorun alanları üzerinden geliştirilmelidir. Bunların güncel olanlarından birkaçı üzerinde durmak gerekirse, şunlar sıralanabilir: -          Hem çevre mühendisliği mesleğini, hem de denetimlerin kamusal olmaktan çıkarılıp özele devredilmesini öngören Çevre Denetimi Yönetmeliği, çevre konusunda yürütülecek mücadelenin önemli başlıklarından biri olmak durumundadır. Ülkemizde yetişmiş ve deneyimli binlerce çevre mühendisi bulunmasına ve çevre mühendislerinin çalışma alanları açıkça tanımlı olmasına rağmen, Çevre ve Orman Bakanlığı tarafından hukuka ve bilimsel gerçeklere aykırı bir biçimde, çevre mühendisliği bölümleri, çevre mühendisliği eğitimi, bu alanda emek veren bilim insanları ve binlerce çevre mühendisi yok sayılmaktadır. Ülkemizin ihtiyaç duyduğu kamusal çevre yönetimi anlayışını harekete geçirecek büyük bir potansiyel, "yeni" düzenlemelerle etkisiz hale getirilmektedir. "Kirleten Öder" prensibiyle, parası olana kirletebilme hakkının verildiği günümüzde, kamusal denetimin neredeyse yok seviyesinde olması, cezaların uygulanabilir olmaması veya yetersiz kalması sorunu bu yönetmelikle katlanarak artacaktır.

-          Diğer yandan gündemde olan ve su hakkının sermayeye devredilmesine ve geri dönülemez çevresel kayıplara neden olan hidroelektrik santrallere karşı halkın su hakkına, akarsuyuna ve toprağına sahip çıktığı eylemlere tanık oluyoruz. Yürürlükte olan HES projeleri için hektarlarca ağaç kesilecek, tüneller açmak için binlerce patlayıcı kullanılacak, akarsuların yönü değiştirilmiş olacak, hafriyatlar dere yataklarına bırakılacak, ekosistem zarar görecek, biyoçeşitlilik azalacak, tünellere hapsedilen sular nedeniyle HES yapılan bölgeye düşen yağmur azalacak, üründe verim düşüklüğü yaşanacak, sosyo-kültürel yapı olumsuz yönde etkilenecek ve aslolarak da bu süreç su havzalarının ticarileştirilmesi süreci olarak yaşanacaktır.

-          Bakanlık tarafından yapılan sınıflandırmada İstanbul merkez ve diğer ilçeleriyle hava kirliliği açısından I. Grup Kirli İlçeler statüsünde yer aldığı halde, AKP hükümeti, yaptığı doğal gaz zamları ile halkı kömür kullanımına mecbur bırakmış ve seçim dönemlerinde dağıttığı kalitesiz kömürlerle hava kirliliği sorununun katlanarak artmasına neden olmuştur.-          İnsanların rahat, etkin, ucuz ve zaman tasarruflu yöntemlerle ulaşımlarını sağlamaya yönelik değil, araçların ulaşımı temeli üzerine kurulmuş ulaşım politikaları ve yatırımları ulaşım sorununu çözmemekte; çevre yıkımlarına sebep olmakta; otoyollar tarım alanlarını tahrip etmekte, su havzalarını kirletmekte; şehrin su havzalarına doğru büyümesine neden olmaktadır. Buna karşın hem ulaşım sorununu çözemeyecek olan hem de orman kıyımına neden olacak olan 3. Köprü bir çözümmüş gibi gösterilmeye çalışılmaktadır.

-          İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı; son yıllarda uyguladığı fiyatlandırma politikalarıyla suyu yaşamsal bir hak olarak değil, alınıp satılabilen, kar edilen bir meta olarak gördüğünü ortaya koymuştur. Kontörlü su sayaçlarına karşı Ankara‘da açılan davada yürütmenin durdurulması kararı alınmış olmasına rağmen İstanbul‘da dava süreci devam etmekte, aynı zamanda da su sayaçları kontörlü sayaçlar ile değiştirilmektedir. Oysa İstanbul‘da kayıp kaçak oranı %25‘dir. Teknik ve idari görevi, bu kayıp/kaçak oranını azaltmak, %15 mertebesine indirmek olan İBB, çözüm olarak bunun mali yükünü halka yüklemektedir.

-          Elektrik enerjisinde en önemli sorunlardan birisi de üretilen elektriğinin %18‘ine karşı gelen bir kısmının teknik veya diğer nedenlerle ortaya çıkan kayıp-kaçak olmasıdır. Bu da yılda yaklaşık olarak 1,7 milyar dolarlık bir kayba karşı gelmektedir. Yapılması gereken nükleer santral anlaşmaları imzalamak, doğada geri dönülemez tahribata yol açan HES‘leri kurmak değil, yaşamın sürdürülebilirliği ilkesini gözeten yenilebilir enerji kaynaklarına yönelmektir.

Yukarıda saydıklarımız, çevrenin korunmasını odağa koyan planlamaların, sanayileşmenin önünde bir engel olarak görülmesinden dolayı ortaya çıkan sorunlardan sadece birkaçı.  Ancak bütün bu sorunlarla iç içe yaşarken; insanın ve çevrenin bir bütün olarak ele alınmadığı, sağlıklı bir çevrede yaşamanın bir insan hakkı olduğunun göz ardı edildiği, çevrenin bir rant alanı olarak görüldüğü, politikasızlığın politika olduğu bir dönemde, 5 Haziran Dünya Çevre Günü‘nü kutlama günü olarak değil bir mücadele günü olarak görüyoruz. Başka bir çevre politikasının mümkün olduğunun bilinciyle herkesi, çevre hakkına sahip çıkmaya çağırıyoruz.

  TMMOB Çevre Mühendisleri Odasıİstanbul Şubesi Yönetim Kurulu

04.06.2010 00:00
Okunma Sayısı: 906