TMMOB Çevre Mühendisleri Odası
TMMOB
Çevre Mühendisleri Odası
22 MART DÜNYA SU GÜNÜ

 TÜRKİYE 2030‘A GELMEDEN SU FAKİRİ OLACAK

 

Gerekli önlemler alınmaz, konu ciddiyetsiz açıklamalarla geçiştirilirse, üç yanı denizlerle çevrili, 13‘ü ana 24 de kolları olmak üzere 37 nehri bulunan ülkemiz suya hasret kalacak...

22 MART DÜNYA SU GÜNÜ nedeniyle hazırladığımız basın açıklamamızı, değerli medya mensupları ve halkımızın dikkatine sunarız...

BM KARARIYLA 22 MART ‘SU GÜNܑ...

Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu, 1992 yılında Rio de Janerio‘da düzenlenen BM Çevre ve Kalkınma Konferansı‘nda dünyada suyun giderek artan öneminden dolayı her yıl 22 Mart‘ın "Dünya Su Günü" olarak kutlanmasına karar verdi. 22 Mart 1993 tarihinden bu yana, her yıl farklı temalarla kutlanan Dünya Su Günü, herkesin yaşamını sürdürebilmesi için sağlıklı, temiz sıhhi şartlara ulaşması mesajı ile kutlanmaktadır.

Birleşmiş Milletler ve üye ülkeler bugünü, dünyadaki su kaynakları ile ilgili somut çalışmaları ödüllendirmek ve BM tavsiyelerini uygulamaya ayırmıştır. Her yıl Birleşmiş Milletlerin su alanında çalışmalar yapan farklı bir kuruluşu Dünya Su Günü‘nde yapılacak uluslararası etkinlikleri destekleyip koordine etmektedir.  

Birleşmiş Milletlere üye ülkelerin dışında, içilebilir su kaynakları ve su yaşamını destekleyen bazı sivil toplum kuruluşları da Dünya Su Günü‘nü, çağımızın öncelikli su sorunlarına dikkat çekmek için iyi bir fırsat olarak değerlendirmektedir. Örneğin, Dünya Su Konseyi 1997‘den bu yana her üç yılda bir düzenlediği Dünya Su Forumu ile bir hafta boyunca binlerce katılımcıya ulaşmaktadır. Ayrıca Dünya Su Günü vesilesi ile 2003, 2006, 2009 ve 2012 yıllarında Birleşmiş Milletler Dünya Su Kaynaklarını Geliştirme Raporu yayınlanmıştır.

Su, uzun bir süreden beri harcanmış, yanlış yönetilmiş ve fazla kullanılmıştır. Kuraklığın gazete manşetlerinde geniş yer alıp özellikle dikkatlerimizi çekmesine karşılık, gittikçe fazlalaşan su tüketimimizin uzun vadede yarattığı sorunlar gözden kaçmaktadır. Su kıtlığının işaretlerini her yerde görmek mümkündür. Yeraltı sularının seviyeleri düşmekte, göller küçülmekte, sulak alanlar yok olmaktadır. Nehir yataklarından başka havzalara, tünellerle su aktarılarak hem çevreye zarar veren hem de fevkalade pahalı uygulamalar söz konusu. Dere yataklarının üzerine hidroelektrik santralleri kurulması çalışmaları ısrarla sürdürülüyor. İstanbul‘da 3. Havalimanı ve 3. Köprü, Ankara‘da Atatürk Orman Çiftliği ve Antalya Phaselis‘te olduğu gibi sulak alanlara, kuş göç yollarına, tarımsal ve/veya sit alanlarına inşaatlar yapılıyor. Su sıkıntısı çeken şehirlerde, aynı kısıtlı su kaynağını paylaşmak zorunda kalan şehirlilerle çiftçiler arasındaki rekabet artıyor. Halihazırdaki su kanunu taslağı suyu da bir meta olarak görüp yüzeysel suların uzun süre kiralanmasına izin vermekte ve havzalar arası su aktarımına olanak tanıyor. Ve su uğruna savaş olasılığı, gittikçe daha fazla yüksek sesle dile getiriliyor.

2013‘ün son ve 2014 yılının da ilk aylarında yaşanan yağış azlığı karşısında, özellikle çiftçi yurttaşlarımızın sergilediği çaresizliklere karşın, ilgili bakanlar ile kurum ve kuruluşların açıklamalarındaki tutarsızlıklar, kitle iletişim araçlarındaki yüzeysel haberler, tehlikenin katlanarak gittiğini gösteriyor.

KURAKLIK KADER DEĞİLDİR!

Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü "2013 Yılı Yağış Değerlendirmesi" raporuna göre, 2013 yılında küresel ortalama yağışlar 1961-1990 normalleri civarında (1033 mm) gerçekleşmiştir. Ülkemizin yıllık yağış normali 646 mm civarında olmakla birlikte, 2013 yılında ortalama 564,1 mm olarak kayıt edilen yağış miktarı, ülke normalinin yaklaşık 80 mm altında kalmıştır.

Yıllara göre yağış dağılımı incelendiğinde, kurak geçen 2006, 2007 ve çok kurak geçen 2008 yıllarından sonra 2009 yılından itibaren yurdumuzun daha yağışlı bir döneme girdiği görülmektedir. 2012 yılında da bu eğilim değişmemiş, ancak 2013 yılında yağışlar normale göre % 13 oranında azalmıştır. Bölgesel olarak normaline göre artış sadece % 11 ile Ege Bölgesi‘nde görülmüş olup, en fazla düşüş ise % 27 azalma ile İç Anadolu Bölgesinde gerçekleşmiştir.

Kuraklık belirtilerinin yol açtığı kaygıların giderek büyüyüp yaygınlaştığı, ciddi bir kuraklık tehlikesiyle karşı karşıya olduğumuz bir dönemdeyiz. 2013 Ekim-Aralık döneminde yağışlar, 2012 yılının aynı dönemine göre yüzde 41,2 azaldı.  En fazla yağış azalması yüzde 49,4 ile İç Anadolu ve yüzde 47,7 ile Akdeniz bölgelerinde oldu. Aralık ayında Ege Bölgesi‘ndeki yağış azalması yüzde 84,5‘e çıktı. Hububat ekiminin yoğun olarak yapıldığı bu bölgelerde yağışların azalması önemli bir sıkıntı oluştururken ‘Özellikle İstanbul‘da su kesintisi olmayacak. Aksi takdirde bıyıklarımı keserim" diyebilen "akademisyen" bir Orman ve Su İşleri Bakanı,  ‘Bizim için yani tarımcılar için tarımsal kuraklık önemli. Tarımsal kuraklık şu; bitkinin suya ihtiyaç hissettiği 3 dönem var. Bunlar tohumu toprağa attığınız an, bitki büyüyeceği zaman gövdesinin gelişmesi için, bir de ürün vereceği zaman bir dönemdir. Buna tarımsal kuraklık diyoruz. Şu an itibariyle tarımsal kuraklık söz konusu değil. Bugün Türkiye‘de tarımsal kuraklık var diyemiyoruz. Ama meteorolojik kuraklık var. Bir yıl içinde uzun yıllar ortalamasıyla mukayese edildiğinde yağan yağmur miktarı daha az. Şu an için yok ama endişe taşıyoruz." açıklamasını yapabilen bir Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanı yaklaşımı ile karşı karşıyayız. Bu açıklamalar topluma bilgi veren şeffaf bir yaklaşımı sergilememekte, aksine endişeleri daha da arttırmaktadır.

Kuraklığı sadece yıllara göre dağılımla ifade etmek ve normal bir süreç olarak dile getirmek doğru değildir. Ormansızlaşma, sulak alanların yok olması, kamu yararından uzak projeler, mikro HES‘lere dayalı bir enerji politikası hiç kuşkusuz olası sorunları perçinlemekte ve şiddetini arttırmaktadır. O nedenle, 80 yıllın en yoğun kuraklığını yaşadığımızı ifade ederek bunun doğal bir süreç olduğunu vurgulamak bilim dışıdır.

SU ZENGİNİ DEĞİLİZ!

Türkiye, sanıldığının aksine su zengini bir ülke değildir. Yılda kişi başına düşen kullanılabilir su miktarı 8.000-10.000 m3 olan ülkeler su zengini, 2.000 m3‘den az olanlar su azlığı çeken, 1.000 m3‘ten azı da su fakiri ülkeler arasında kabul edilmektedir. DSİ‘nin verilerine göre ülkemizin tüketilebilir yerüstü ve yeraltı su potansiyeli yılda ortalama toplam 112 milyar m3‘tür ve Türkiye, kişi başına ortalama 1.500 m3 ile su azlığı yaşayan bir ülkedir. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) 2030 yılında ülke nüfusumuzun 100 milyon olacağını öngörmektedir. Mevcut kaynakların tamamının bozulmadan korunduğunu varsaysak bile 2030 yılı için kişi başına düşen kullanılabilir su miktarının 1.000 m3/yıl civarında olacağı söylenebilir.

Avrupa Çevre Ajansı‘nın hazırladığı raporda da 2030 yılında Türkiye‘nin pek çok bölgesinde orta ve yüksek seviyelerde su sıkıntısı yaşanacağına dikkat çekilmektedir. Bu nedenle sanıldığının aksine, Türkiye yakın gelecekte ciddi su sorunları ile karşılaşmaya aday bir ülkedir. 

Tabi bu sayılar, nüfusa göre değerlendirilmiş ve AKP hükümetinin gerek çevre alanındaki bilim dışı çok başlı yönetim anlayışı (Çevre ve Şehircilik ve Orman ve Su İşleri Bakanlıkları) gerekse ormanları, sulak alanları yok eden projeleri kapsamadan hesaplanmıştır.

Bu nedenle, yapılması ön görülen ve yaşam alanlarımızı, sulak alanlarımızı yok edecek olan "akıl almaz projeler" ile 2030‘u dahi göremeden su kıtlığı yaşayacağımız su götürmez bir gerçektir.

Ayrıca Türkiye, su kaynaklarının kıt olduğu bir bölgede Ortadoğu‘da yer almaktadır. 2000‘li yıllardan önce su zengini kabul edilebilecek durumda iken, günümüzde su sıkıntıları yaşayan ülkeler grubuna gerilediği düşünülecek olursa su yönetimindeki yanlışlar, uygulanan su politikaları, artan nüfusla birlikte tüm sektörlerde artan su talebi, küresel iklim değişikliği, su sorununun ne boyutlara geldiğinin önemli göstergesidir.

2012 TÜİK VERİLERİ KÖTÜ GİDİŞATI DESTEKLER NİTELİKTE!

BELEDİYELERDE YAŞAYAN NÜFUSUN %17sine İÇME VE KULLANMA SUYU SAĞLANMIYOR VE TOPLAM NÜFUSUN %53‘ÜNÜN İÇME VE KULLANMA SUYU ARITILMIYOR!

ATIKSULARIMIZ DOĞRUDAN DERELERE DEŞARJ EDİLİYOR!

Yerel yönetim seçimleri yaklaşırken, adaylar ve liderlerin kanalizasyon, içme suyu, arıtma tesisleri konusunda söz söyler hale gelmeleri oldukça önemlidir. Ancak belediye ve hükümet hizmetleri kapsamında olan içmesuyu temini ve atıksu bertarafı konusunda 21. Yüzyılda ülkemiz oldukça geri noktadadır.

Başkent Ankara‘nın Bala, Şereflikoçhisar, Haymana, Güdül gibi ilçelerin atıksuları arıtma tesislerine bağlı değildir. Kanalizasyonu ve arıtma tesisi bulunmayan yerleşim yerleri içerisinde; Nevşehir Avanos, Akarca, Kalaba, Çalış, Topraklı; Kırşehir Ulupınar, Toklümen, Özbağ, Boztepe, Kaman Demirli ve Kurancılı, Kayseri Akkışla Kululu ve Gömürgen, Kayseri Sarıoğlan Palas, Kırıkkale Karaahmetli, Yozgat Sırçalı, Çayıralan Evciler, Sorgun Bahadin, Çankırı Şabanözü Gümerdiğin, Samsun Bafra Kolay, Çekinkaya, Doğanca, Dededağı, İkizpınar, Ondokuzmayıs Dereköy ve Yörükler Yenipazar beldelerinde de kanalizasyon ve arıtma tesisi bulunmuyor.

Bu illerde ve ilçelerde mevcut hükümetin partisinden olan belediye başkanları olduğunu da hatırlamakta yarar vardır.

2012 TÜİK rakamları incelendiğinde ise, 2010 yılından ileriye gidilemediği, aksine geriye doğru bir gidişatın olduğu görülmektedir. İçme ve kullanma suyu şebekesi ile hizmet verilen nüfusun belediye nüfusu içindeki oranı 2010 yılında %99 iken 2012 yılında %98‘e gerilemiştir. İçme ve kullanma suyu şebekesi ile hizmet verilen nüfusun genel nüfusa oranı ise %83‘dür. Yani ülkemizdeki nüfusun %17‘sine içme ve kullanma suyu hizmeti sağlanmamaktadır.

Öte yandan, 2012 TÜİK verilerine göre, içme ve kullanma suyu arıtma tesisi ile hizmet verilen nüfusun toplam nüfusa oranı %47‘dır. Yani toplam nüfusun %53‘ünün kullandığı içme ve kullanma suyu arıtılmamaktadır.

Sayın Başbakan tarafından nüfusumuz arttırılması vurgulanırken, altyapı hizmetlerinin bu nüfus artışına yönelik planlı bir şekilde gerçekleştirilmediği açıkça görülmektedir.

İçme suyu arıtma tesisi sayısı sadece 258‘dir. Bu arıtma tesisleri 2950 adet belediyenin yalnızca 411‘ine hizmet vermektedir ve sadece 47 adedi ileri arıtma tesisidir. Tükettiğimiz suyun yalnızca %4‘ü ileri arıtma sistemleri ile temizlenmektedir.

Nüfusumuzun %22‘sine kanalizasyon hizmeti verilmemektedir. Yani atık suları çağdaş koşullarda toplanmamakta, ya fosseptik çukurlarına yada daha da uygun olmayan koşularda atıksular konutlardan uzaklaştırılmaktadır.

2950 belediyeden sadece 536‘sı atıksu arıtma tesislerinden yararlanmaktadır. Geriye kalan 2414 belediye atıksularını arıtmadan doğaya vermektedir. Toplam nüfusumuzun %42‘sinin atıksuyu arıtılmamakta doğrudan doğaya verilmektedir.

Arıtılmayan suların hem ekolojik dengeyi altüst ettiği hem de su döngüsünde problemler yaratarak, temiz su kaynaklarımızı yok ettiği unutulmamalıdır. Arıtılmadan deşarj edilen sular orta vadede daha ciddi maliyetler yaratmaktadır.

İstatistiklere bakıldığında, ülkemizin gelişmişlik seviyesinden oldukça uzak olduğu görülmektedir. Birçok ülke "Mars"a araç göndermeye çalışırken, ülkemizin Başkenti başta olmak üzere diğer kentlerinde halen kanalizasyon bulunmaması, içmesuyu ve atıksu arıtma tesisi olmaması meşru görülemez. Verdiğimiz vergiler, su faturalarındaki ödentiler bu hizmetlerin sunulması içindir. Gelinen noktada, bu hizmetlerin sunulmadığı ve çevre sorunlarının daha da kronikleşmeye başladığı su götürmez bir gerçektir.

ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANLIĞI VE ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANLIĞI "DAMACANA SU" KULLANIYOR!

22 Mart Dünya Su Gününe girerken, su politikasındaki hataların her alana yayıldığını açıkça görebiliyoruz.

Öyle ki, kentlerin su ihtiyacından, havzaların korunmasından, kirletenlerin denetlenmesinden, halka sağlıklı suyun temininin sağlanmasından doğrudan ve dolaylı olarak sorumlu olan iki bakanlığında merkez ve taşra teşkilatlarında "damacana" su kullanıldığı görülmektedir.

Bu durum bile, herkesin sağlıklı ücretsiz temiz suya ulaşım hakkının artık var olmadığını, su politikasından sorumlu kurumların dahi çaresizliğini ortaya koymaktadır.

Öte yandan, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı denetçileri, fabrika, tesis denetimlerinde yer altı suyu kullanımını (kuyu) denetleyememektedir. Çünkü iki başlı idare yapısında DSİ Orman ve Su İşleri Bakanlığı‘na bağlı ve farklı bir mevzuata sahiptir. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı‘na bağlı çevre denetçileri, en değerli ve kaliteli su olan yer altı sularının tabiri caizse sınırsızca, kontrolsüzce kullanan fabrikalarda yer altı suyuna dair sorgulama yapamamakta ve herhangi bir yaptırım uygulayamamaktadır. 

Yüzey sularının (dereler, göller v.b.) ve yer altı sularının kalite kriterleri Orman ve Su İşleri Bakanlığı‘nca belirlenmekte, ne var ki, yüzey sularına verilecek atıksu kriterlerini Çevre ve Şehircilik Bakanlığı belirlemektedir. Bütüncül olmayan bu yapıdan dolayı çelişkiler yumağı ve çözümsüzlük Sapancada, Ergenede, Mendereste, Gedizde, Diclede yani tüm havzalarda hakim olmaktadır.

SONUÇ ve ÖNERİLER

Yaşam için zorunlu olan su, korunmalı, savunulmalı ve doğru kullanılmalıdır. Asla sadece bir enerji kaynağı veya ticari bir mal olarak görülmemeli, ekolojik sistemin bir parçası olduğu unutulmamalıdır.

Su kaynakları yönetiminde başlıca hedef, alternatifi olmayan doğal bir kaynak olan suyun daha planlı ve ekonomik kullanılması, su kaynaklarını tehdit eden sorunların belirlenmesi ve önlenmesi, su ve suya bağlı ekosistemlerin korunması ve bunlara bağlı olarak sürdürülebilir bir su kaynakları yönetimi sağlanmalıdır.

Ülkemizde suyun kullanımıyla ilgili pek çok çalışma yapılmasına rağmen, yürütülen politika ve uygulamalar, ihtiyaç belirleme aşamasındaki çelişkiler Türkiye‘nin geleceği için ciddi tehlike oluşturmaktadır.

 

*Uzun yıllardır yürütülen yanlış ve hukuksuz uygulamalar, nedeniyle yeraltı ve yer üstü sularımızın kalite ve miktarında ciddi azalmalar ortaya çıkartmaktadır. Buna rağmen, Türkiye‘de henüz tüm tarafların katılımıyla hazırlanmış, kamu yararı gözeten bütüncül bir su politikası ve suyun yönetimiyle ilgili temel ilke ve yöntemlerin çerçevesini belirleyen bir Çerçeve Su Kanunu bulunmamaktadır. Bu ihtiyaç, suyu doğadan bağımsız görmeden, orman alanları, sulak alanları koruyan bir perspektifle biran önce giderilmelidir.   

 

*Türkiye‘de su kaynaklarının etkin ve sürdürülebilir yönetimi için, "Ulusal Su Politikası" oluşturulmalıdır. Türkiye su politikası, Avrupa Birliği su politikaları ve uluslararası su politikalarını dikkate alarak ülke koşullarına uygun olacak şekilde belirlenmelidir. Su kaynakları sorunlarının çözümü için, merkezi yönetimlere bağlı kalmayarak, uzun dönemli politikalar üretilmeli, bu politikalar ve planlar günümüzde olduğu gibi "kişilere", "projelere", "siyasi iktidarlara" göre değiştirilmemelidir.   

 

 *3. Havalimanının yer seçimi yanlıştır. Söz konusu proje İstanbul‘un yaşam alanlarını tüketecek ve başka havzalardan su aktarımı projeleri dahi bu sorunu çözemeyecektir. Gündemde olan, 3. Havalimanı, Kanal İstanbul ve ülkemizde orman ve sulak alanları, dereleri yok edecek tüm projeler durdurulmalı, aklı selim çözümler katılımcı bir anlayışla üretilmelidir.

 

*Çevre mühendisleri, aldıkları formasyon gereği, su yönetimi konusunda uzmandırlar. İçmesuyu ve atıksu arıtımı, çevre teknolojisi, projelendirmesi gibi konularda eğitim gören çevre mühendisleri, ne yazık ki, gerek belediyelerde, İller Bankası‘nda, ilgili bakanlıklarda yeterince istihdam edilmemekte ve İller Bankası‘nın ve bazı belediyelerin arıtma tesisi ihalelerinde yok sayılmaktadır. Bu sorun acilen giderilmeli ve su mühendisi olarak da tabir edilen çevre mühendislerinin çözümün parçası haline getirilmesi sağlanmaldır. 

*Teknik alt yapısı güçlü, çevre mühendisi istihdam eden, çevreye, suya dair tüm mevzuatı kendi bünyesinde toplamış, kamu yararı gözeten bir Çevre Bakanlığı acilen kurulmalıdır!

Temiz suya erişimin, sağlık politikasının da temeli olmalıdır. Temiz suya erişemeyen nesillerin, hastalıklarla, sağlık alanındaki maliyetlerle karşı karşıya geleceği gerçektir.

*30 Martta seçilecek olan Belediye Başkanlarının önceliği halkın doğrudan ihtiyacı olan temiz suya erişim koşullarını yaratmak olmalıdır.

Ciddi önlemler alınmadığı takdirde, Türkiye‘nin su ihtiyacı giderek artacak ve 2030‘u göremeden kişi başına düşen su miktarı kritik sınırın altında olacaktır.

Ülkemizde, bize ve gelecek nesillere kadar yetecek su kaynağı bulunmaktadır. Ancak, bu kaynaklardan yararlanabilmemiz için, koruma alanlarının belirlenmesi, kirliliklere karşı korunması, sürdürülebilir su kullanımı ve yönetimi ile ilgili sağlıklı politikaların üretilmesi gerekmektedir. Doğayı, yaşamı koruyarak kalkınmak mümkündür.

Damacanalardan değil, musluklardan su içmek ve herkes için ulaşılabilir temiz su, bir haktır, zorunluluktur!

 

Baran BOZOĞLU

TMMOB Çevre Mühendisleri Odası

Yönetim Kurulu Başkanı

21.03.2014 00:00
Okunma Sayısı: 1530
Fotoğraf Galerisi