22 MART DÜNYA SU GÜNÜNDE UYARIYORUZ
DÜNYA SU GÜNÜ
22 Mart 1992`de Birleşmiş Milletler Rio Konferansında isimlendirilen Dünya Su Günü ilan edilişiyle birlikte suya meta` vasfını da yüklemiş oldu. 2015 yılı teması "Su ve Sürdürülebilir Kalkınma" olan Dünya Su Günü "Nasıl bir su? Ne kadar su? Su kaç para?" gibi soruları da beraberinde getiriyor.
DB ve IMF tarafından desteklenen uluslararası şirketler su hizmetlerinin yönetimini dünyanın pek çok ülkesinde ele geçirmektedir. Su endüstrisinin yıllık kârı (yaklaşık 1 trilyon USD) petrol sanayinin kârının %40`ına ulaşmıştır ve şimdiden ilaç sektörünün kârını geçmiştir. Dünya sularının henüz %5`inin özelleştirildiğini düşünürsek, ne kadar büyük bir kâr potansiyeli olduğunu anlaşılabilir. Bu şirketler suyu yaşam için gerekli sosyal bir kaynak olarak değil, pazar mekanizmalarıyla yönetilecek ekonomik bir kaynak olarak görmektedirler.
Çok-uluslu şirketlerin pratikleri incelendiğinde ortaya çıkan durum: suyun yerel kullanıcılara maliyetinin artmasına paralel olarak şirket kârlarının artması, yolsuzluk ve rüşvet, su kalitesinde düşüş, kâr güdüsüyle kaynakların sömürülmesi ve vatandaş katılımının sınırlanmasıdır.
Su, yaşamın sürdürülebilmesi için gerekli bir canlı hakkı` olarak tanımlanmak yerine hammadde-ürün-meta olarak tanımlanıyor ve bu da dünya halklarının suya ulaşımını kısıtlarken doğanın can suyunu dahi elinden alıyor.
Sürdürülebilir yaşam tehdit altındadır ve kalkınmanın sürdürülebilirliği ise yalnızca sermayenin sürdürülebilirliğini ifade etmektedir.
Sermayenin şişelenmiş suyunun günü elbette bizlerce kutlanmıyor. Hopa`dan Munzura, İstanbul`dan Tokat`a su ve günleri kendini mücadelede tanımlıyor.
İSTANBUL`UN SUYU
İstanbulda ise neoliberal politikaları benimseyen yönetim anlayışı kamusal alanların imara açılması üzerinden elde edeceği rantın peşinde, su havzalarının koruma ilkelerini ihlal etmeye devam ediyor.3. Köprü, 3. Havalimanı ve Kanal İstanbul gibi İstanbulun kuzeyinde bulunan doğal alanları hedef alan projeler, orman ve sulak alan ekosistemlerinde yaratacakları geri dönüşü mümkün olmayan tahribatlar sonucunda Küçükçekmecede olduğu gibi su havzalarının kaybedilmesi ile sonuçlanacaktır.
İstanbulun suyunun %25ine sahip olan Terkos Barajı uzun mesafe koruma alanı içinde yer alan ve % 85i orman alanı olan proje sahası beton yığınları ile kaplanarak su döngüsü açısından geçirimsiz tabaka oluşturacak yoğun yapılaşma ve sanayileşmeye paralel olarak havzadaki kirlilik artacak ve bu etkiler sonucunda Terkos içme suyu havzası olarak kullanılamaz duruma gelecektir.
Yine bölgede yapımına başlanan 3.Havalimanı ile Terkos Barajı orta mesafe koruma alanı ve uzun mesafe koruma alanı içinde kalmakta olup inşaat aşamasında alanda bulunan akarsuların yataklarının tahrip edilmesi sonucu Terkos Gölünün su toplama miktarlarında azalma ve yüzeysel akışlarla kirlilik yüklerinde artma gerçekleşecektir.
İstanbulun su ihtiyacı kendi sınırları içerisinde planlanıp çözülebilecekken su ihtiyacını karşılamak için 2014 yazında İstanbula Sakarya Nehrinden su getirilmiştir. İstanbul halkı yazın Ankara, Eskişehir, Sakarya ve 824 km boyunca nehir kenarında bulunan ilçeler atıksularını arıtarak, kimi ilçeler ve organize sanayi bölgeleri ise arıtmadan doğrudan verdiği, TÜBİTAK raporları ve Bakanlık açıklamalarıyla da sabit olan "3.sınıf kirli su" Sakarya Nehrinden gelen suyu kullanmak zorunda bırakılmıştır.
Sonuç olarak; İstanbul un su sorunu kuraklığa mal edilecek kadar amatör bir yaklaşım ile ele alınamaz.Bilimsel ve gerçekçi bir su yönetimi ile;
·Mevcut su kaynaklarının iyi bir şekilde korunması(su kaynaklarındaki faaliyetlere son verilmesi ve yeni faaliyetler izin verilmemesi)
·İletim hatlarındaki su kayıplarının önlenmesi
·İçmesuyu havzalarında, havzayı besleyen kaynakların su şişeleme firmalarına verilmesinden vazgeçilmesi
·Terkos Gölü`nün İstanbul için büyük önemde olduğu gerçeği kabul edilmeli, bu gölün kurumasına ve kirlenmesine yol açacağı ortada olan 3. Havalimanı projesinden vazgeçilmelidir.
·İstanbul`un tüm sulak alanlarını besleyen bu nedenle de yaşamsal öneme sahip olan kuzey ormanlarının yapılaşmaya açılması ve her türlü tahribatı engellenmelidir.
·İstanbul`un daha fazla nüfusu barındıramayacağı kabul edilmeli ve kente yeni nüfus getirecek her türlü projelerden vazgeçilmelidir.
·Havzalarda koruma kuralları esas alınmalı ve kaçak yapılaşmanın önüne geçilmeli, havzaların mutlak koruma ve kısa mesafeli koruma alanlarında bulunan yapıların yıkılması sağlanmalıdır.
·Beton kenti İstanbul`dan vazgeçilmeli, kentin yeşil alan oranı artırılmalı, bu yönde planlamalar yapılmalıdır. Özellikle havza alanlarında barajlara su taşınmasını engelleyecek yapı ve yol projeleri yapılmamalıdır.
Çevre Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi olarak, suyun en temel yaşam hakkı olduğunu ve ticari bir metaya dönüştürülmemesini savunuyoruz. Bu anlamda tüm canlı yaşamı için gerekli olan suyun ekosistemin sürdürülebilirliğini temel alan bir bakış açısıyla değerlendirilmesi ve suyun ticarileştirilmesini hedefleyen tüm projelerin karşısında, su havzalarının korunması ve tüm canlılar için yeterli miktarda suya erişim hakkının tanınması için mücadele edeceğimizi duyuruyoruz.
SU HAYATTIR, SATILAMAZ.
TMMOB ÇEVRE MÜHENDİSLERİ ODASI İSTANBUL ŞUBESİ YÖNETİM KURULU