BASINA VE KAMUOYUNA; KUTLANACAK DEĞİL EKOLOJİK YIKIMLA MÜCADELE EDİLECEK GÜN: DÜNYA ÇEVRE GÜNÜ
BASINA VE KAMUOYUNA;
KUTLANACAK DEĞİL EKOLOJİK YIKIMLA MÜCADELE EDİLECEK GÜN: DÜNYA ÇEVRE GÜNÜ
Herkesin sağlıklı bir çevrede yaşama hakkından yola çıkarak gündeme alınan ve adlandırılan Dünya Çevre Günü bugün ekolojiye en çok zararı verenler tarafından kendilerini aklama aracı olarak kullanılıyor.
Çevre gününü dillerinden düşürmeyenler ve senede bir gün çevreyi anma ihtiyacı duyanlar bugün bu yıkımın tam da ortasında duruyor.
İstanbul şehri son on beş yıldır artan bir ivmeyle ekolojik yıkımın ana merkezlerinden biri haline gelmiş durumda. Kentte başlayan kentsel dönüşüm furyası alt yapıdan ve kamusal ihtiyaçtan yoksun bir şekilde ilerliyor. Yetersiz alt yapı ile şehrin dönüşen bölgelerine eklenen nüfus yoğunluğu bugün bir örnekle Kurbağalıdere olarak karşımıza çıkıyor. Yıllardır çözülemeyen Kurbağalıderedeki atık su sorunu bölge halkını kokudan yaşayamaz hale getirdiği gibi birçok sağlık riskini de beraberinde taşıyor. Kurbağalıdereden çıkan çamur düzgün bir arıtımdan geçmediği için Marmara Denizi`ni zehirliyor.
İstanbulun rekreasyon ve doğal yaşam alanları bir bir yok ediliyor. Taksim Gezi parkı hala İstanbul halkına ait değil; yönetenlerce istedikleri zaman kapatılıyor, istedikleri zaman açılıyor. Fındıklı parkı halkın elinden alınmak isteniyor. Validebağ Korusu birilerinin iştahını kabartmaya devam ediyor.
Mega Projelerin kıskacındaki şehrin su kaynakları yok edilirken susuzluğun çaresi başka illerin su havzalarından su taşımakla bulunuluyor. Havzalar arası su taşınımının olumsuz ekolojik etkileri önemsenmezken susuzluğun faturası halka kesiliyor. Suyunuzu tasarruflu kullanın afişleriyle şehir donatılırken kimse 3. Havalimanı için gözden çıkarılan Terkos barajının aslında İstanbulun su ihtiyacının %20sini karşıladığından bahsetmiyor. İletim hatlarındaki problemlerden kaynaklanan su kayıpları önlenmeye çalışılmıyor ve korunması gereken su havzaları imara açılarak havza niteliği kaybettiriliyor.
Marmara Denizi bugün yoğun kirlilik yüküyle baş etmeye çalışıyor. Ergenenin kirli suları, Kurbağalıderenin atık suyu ve birçok sanayinin arıtımdan geçmemiş kirli suları Marmara Denizine boşaltılıyor. Yüzyılın projesi olarak lanse ettikleri ve bir inat meselesi haline getirdikleri Kanal İstanbul projesi Marmara Denizi için bir felaket çağrısı niteliği taşıyor. Marmara Denizinin dibini oksijensiz hale getirecek olan bu proje geri dönüşü olmayacak bir sonun başlangıcını temsil ediyor.
İstanbulun mevcut rüzgar yönünde bulunan Kuzey Ormanlarında bugün binlerce ağaç kesilmiş durumda. Bölgedeki canlılar yaşam alanlarında tutunamadıkları için şehirlere iniyor. Birçok kuş türü bölgedeki projelerden etkileniyor. İstanbuldaki hava kirliliği sorunu hassas bir noktadayken şehrin merkezlerini ormanlık alanlardaki oksijenle temizleyen kuzey rüzgarlarının önüne yüksek binalarla bariyerler konuluyor. Her yeni proje şehir içinde yeni bir şehir inşasına sebep oluyor, bu da yoğun inşaat faaliyetinden kaynaklanan gürültü ve hava kirliliği anlamına geliyor. Betonlaşan şehir ısıyı içinde tutuyor bu durum yine şehrin küçük ölçekli iklimini olumsuz etkiliyor.
Yassıada ve Sivriadanın imara açılmasıyla birlikte adalardaki flora ve fauna tehdit ediliyor. Ekolojiyle uyumlu yapılmayan projeler rant odaklı işlemeye devam ediyor. Deniz dolgularıyla birlikte kıyı çizgileri ihlal ediliyor. Doğal döngüsü bozulan sular şiddetli yağış ve rüzgarlarda sel olarak karşımıza çıkıyor, son sözü doğa söylüyor ve dengeyi bozan bütün yapılarla birlikte insan yaşamı da tehlikeye giriyor.
İstanbul şehri için ekolojik yıkım tehdidi had safhadayken Türkiye genelinde de ekolojik yıkım hemen her şehirde baş gösteriyor.
Hidroelektrik santraller, sahil ve yayla yolları, kaya gazları, rüzgar santralleri, nükleer santraller ve Marmarayı tehdit eden kirlilik bugün hala karşımızda duruyor.
Her yeni yol birer meta taşınım yolu halini alıyor ve kapitalizm sömürü düzeninde ekolojik yaşamı da bir araç olarak kullanıyor. Alınıp satılabilen birer meta haline getirilen doğa unsurları insan merkezli hak kavramının gazabına uğruyor.
Bugün Dünya Çevre Günü dedikleri gün ve içini doldurmadan dillerine pelesenk ettikleri çevremizi koruyalım kılıfı mevcut ekolojik sorunların çok uzağındadır ve gerçekleri yansıtmamaktadır.
Ekolojik yaşamı bütünüyle korumak ancak; tüketim kültürünü değiştirmek, kapitalizmi yok etmek, rant için değil halk için yöneticilik anlayışını benimsemek, insan merkezcilikten çıkarak insanın da doğanın bir parçası olduğunu kabul etmekle mümkündür.
Bugün de uyarıyoruz, İstanbulun ekolojik olarak geriye dönüşü mümkün olmayan bir yola girmemesi için seçeceğimiz mücadele yolu Köprüden Önce Son Çıkıştır. İstanbul halkının yaşam alanlarına sahip çıkması, kamusal alanlar üzerinde hak talep etmesi ve anayasadaki temel hakkı olan sağlıklı bir çevrede yaşama hakkını savunması gerekmektedir.
İstanbulu savunmak için Yeşil Yola karşı mücadelesinde devlete halkı hatırlatan Rabia ananın, HES karşıtı mücadelesinde yaşamını yitiren Metin Lokumcunun, Cerattepede 1700 rakımda direnenlerin, yaşamının son anına kadar Karadeniz için mücadele eden Kazım Koyuncunun cesareti bizler için yol gösterici olacaktır.
Ranta, talana, yağmaya karşı herkesi ekolojik yıkımla mücadele etmeye çağrıyoruz.
Saygılarımızla,
TMMOB Çevre Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi