BEN YAPTIM OLDUSOL)
Ülkemizdeki sulak alanların korunmasına ilişkin yönetmeliğin, Orman ve Su İşleri Bakanlığfnca yeniden değiştirilmesi üzerine bu hafta bu konudan bahsetmek istiyorum. Önce Türkiyenin 1994 yılında taraf olduğu, dünyanın sulak alanlara yönelik ilk uluslararası sözleşmesi olan Ramsar Sözleşmesindeki sulak alanların tanımına bakalım: "Doğal ya da yapay, sürekli ya da mevsimsel, tatlı, acı ya da tuzlu, durgun ya da akan su kütleleri, bataklıklar, turbalıklar ve gelgitin çekilmiş anında derinliği altı metreyi aşmayan deniz suları"nı sulak alan olarak tanımlıyoruz.
Sulak alanlar hem sahip oldukları biyoçeşitlilik hem de biyojeokimyasal döngüler açısından hayati öneme sahipler. Ramsar Sözleşmesi kriterlerine (ev sahipliği yaptığı flora ve fauna vb.) göre Türkiyede 135 tane uluslararası öneme sahip sulak alan bulunuyor, bunların 14ü Ramsar Alanı. Türkiyedeki toplam sulak alan sayısı ise 300ü geçiyor. Bu alanların korunmasına dair yönetmelikte yapılan yeni değişiklikle, sulak alanlar "ulusal öneme haiz sulak alanlar" ve "mahalli öneme haiz sulak alanlar" olarak ikiye ayrılıyor. Uluslararası öneme sahip olanlar, "ulusal öneme haiz sulak alanlar" kapsamına girerken, geri kalanlar diğer kategoride sınıflanıyor.
Her ne kadar Orman ve Su İşleri Bakanlığı bu değişikliğin daha etkin koruma sağlayacağını iddia etse de yapılmak istenen gayet açık.
Uluslararası kriterleri sağlamayan sulak alanların, koruma bölgeleri olarak belirlenmeyecek, bu alanların koruma ve kullanım esaslarına mahalli komisyonların karar verecek olması, yapılaşmaya açılmaları için uydurulmuş bir kılıf. Bu mahalli komisyonlarda ilgili meslek odalarına da yer yok.
Yani sözkonusu alanların koruma ve kullanımlarına ilişkin kararları hangi teknik ve bilimsel donanıma sahip kişilerin vereceği meçhul.
Bakanlık, bu değişikliklerin 3. havaalanının önündeki engellerin kaldırılmasına yönelik yapıldığı iddialarını reddetse ve bu bölgede zaten sulak alan bulunmadığını öne sürse de, Çevre Mühendisleri Odasından (ÇMO) gelen açıklamada, bu bölgede, 3. havaalanı projesiyle yok olacak 70 sulak alan ve 8 dere olduğu, bunların yeni yönetmelikle "mahalli öneme haiz" olarak tanımlandığı belirtiliyor. Oysa ki bu sulak alanlar ve dereler, Terkos gibi önemli havzaları da besliyor.
Mahalli komisyonlarda, ekosistemler arası bu etkileşimleri bilimsel olarak değerlendirebilecek kimseler olacak mı? Yoksa ÇMO Başkanı Baran Bozoğlunun altını çizdiği gibi, bu yönetmelik, bilimin ve doğal süreçlerin hiçe sayılmasının önünü mü açıyor? Bu yönetmeliği hazırlarken bilimciye danışmayan politikacı, uygularken mi danışacak?
Bu durum bana biraz da 2005 yılındaki (Doğu Anadoluda yaşayan bir kızıl tilki türü olan) Vulpes vulpes kurdistarıica olayını hatırlattı. Hayvanın 100 yıllık Latince ismindeki "Kurdistanica"dan rahatsız olan zamanın Çevre ve Orman Bakanlığı, yaptığı bir açıklamayla türün adını Vulpes vulpes olarak değiştirdiğini duyurmuştu.
Politikacıların yaptıkları açıklamalarla, resmi gazetede yayınladıkları yönetmeliklerle bilimi ve bilimcileri hiçe sayarak iş yapabileceklerini sanmaları en hafif tabirle naiflik. Kızıl tilki örneği her ne kadar zihniyetin vehametini ortaya koyması açısından vurucu olsa da, dalga geçilip üzerinde durulmayabilecek bir konu.
Sulak alanlar ise öyle değil. Yeraltı sularının beslenmesinden, biyojeokimyasal sistemde madde döngülerinin sağlanmasına, sel ve iklim kontrolünden biyoçeşitliliğin korunumuna birçok işlevi olan sulak alanların yok edilmesi, hepimizin hayatını birinci elden etkileyecek. İstanbulun su havzaları kuruyup kaldığında bakalım politikacıları hangi yönetmelik değişikliği kurtaracak. Bu sefer de susuzluğun, kuraklığın tanımını mı değiştirirler dersiniz? "Allahın takdiri" deyip sıyrılmak en garantisi belki de.