DÜNYA ÇEVRE GÜNÜNÜ KUTLAMIYORUZ: İSTANBULUN DİLİ OLUYOR EKOLOJİK YIKIMA KARŞI UYARIYORUZ
5 Haziran Dünya Çevre Günü 1972 yılında kabul edildiği günden beri doğayla savaş halinde olanların ve ekolojik yıkımı yaratanların şaşaalı sözlerle süsleyerek kutladığı; ormanını, deresini, havasını, yaşam alanlarını koruyanların ise ekolojik yıkıma karşı tüm dünyayı mücadeleye çağırdığı gün olmuştur.
Türkiye`nin seçmiş olduğu ekonomik sistem aşırı tüketimi özendirmek ve desteklemek üzerine kuruludur. Aşırı tüketim ise aşırı enerji ihtiyacını doğurmakta, yanlış enerji politikaları da doğaya geri dönüşü mümkün olmayan zararlar vermektedir. Seçilen bu ekonomik yolun krizine çözüm diye sunulan projeler her seferinde yeni bir ekolojik yıkıma dönüşmektedir.
Ülke yönetimi adına birçok değişikliğe gidilen 2017 yılı, diğer yılların çevre sorunlarını ardında taşımakla birlikte yeni problemleri de beraberinde getirmiştir. Nisan ayında oylaması yapılan anayasa değişikliği Çevre Mevzuatları açısından da sakıncalar barındırmakta, yetki ve karar alma mekanizmasını tek bir imzaya bırakmaktadır.
Anayasa değişikliğine gidilen süreçte çevresel uygulamalar konusundaki birtakım değişiklikler kamuoyunu kaygılandırmış, bu uygulamalara yönelik yapılan itirazlar yönetenlerce dikkate alınmamıştır.
Bir projenin olası çevre tahribatını ve sosyal çevreye verebileceği zararı saptamakta önemli bir parametre olan Çevresel Etki Değerlendirme raporlarının tabi olduğu ÇED Yönetmeliği birçok kez değişikliğe uğramış, her değişiklikte büyük sermayenin önünü açacak ve sermayedarları denetimden muaf tutacak şekilde düzenlenmiştir.
Tüm bu değişikliklere Türkiye`nin OHAL düzeni eklenince, birçok projeye ÇED onayı büyük bir hızla verilmiş, birçok projede de ÇED raporu oluşturma şartı aranmamıştır. Acele kamulaştırma adı altında ekolojik öneme sahip olan bölgeler enerji üretim alanı olarak belirlenmiştir.
Doğayı bir varlık değil kaynak olarak tanımlayan Türkiye yönetiminin ekoloji yaklaşımı yaşanılabilir değildir ve geleceği öngörememektedir. Ülkenin her bölgesini yıkıma uğratan hidroelektrik santraller, maden çalışmaları, termik santraller, yeşil adı verilen beton yollar, taş ocakları, kurulması planlanan nükleer santraller; yapılmış olan projelerin uygulanış biçimleri, yapılması planlanan projelerin denetim eksikliği, doğal yaşamın anayasal güvence altına alınmamış olması, mevcut çevre yönetmeliklerinin uygulanmasındaki hukuksuzluk her yurttaşın ‘sağlıklı bir çevrede yaşama hakkı`nı ihlal etmektedir.
Büyük Türkiye resminin hemen hemen bir kopyası olan İstanbul şehri ise son yıllarda artan bir ivme ile ekolojik yıkım tehdidi altındaki şehirlerin neredeyse başını çekmektedir.
Görüntüsüyle koca bir şantiyeyi andıran İstanbul; Hava Kirliliği, Su Kirliliği, Toprak Kirliliği, Gürültü Kirliliği ve Işık Kirliliği olmak üzere hemen hemen tüm kirlilik başlıklarında çeşitli sorunlarla boğuşmaktadır.
İstanbul`un su havzaları; aşırı yapılaşma, bilinçsiz kullanım ve yanlış yönetim sonucu bugün gelinen noktada büyük kayıplar vermiş olup İstanbul`un su ihtiyacını karşılamanın çok ötesindedir. 3. Havalimanı, 3. Köprü gibi mega projeler ismiyle adlandırılan projeler İstanbul`a mega susuzluk yaşatmıştır. İhtiyacı olan suyun neredeyse yarısını başka şehirlerden karşılamak zorunda kalan İstanbul, Istrancalardan, Düzce`den, Sakarya`dan gelen su ile su ihtiyacını karşılamaya çalışmaktadır. Suyun bir havzadan başka bir havzaya taşınması ise birçok ekolojik probleme neden olmakta, diğer bölgelerde yaşayan insan ve canlıların su kullanım hakkını ise gasp etmektedir.
İstanbul`un toprakları; ağaç ve bitki örtüsü kaybı, tarım arazilerinde azalma, sıvı ve katı atık kirliliği problemleri ile birlikte sanayileşme ve yapılaşma sonucu oluşan tahribat ile karşı karşıyadır. Bu durum çevre ve insan sağlığını tehdit etmekte, erozyona neden olmakta, verimli tarım alanlarını kullanılmaz hale getirmekte, İstanbul`u yeşil alandan, tarımsal üretimden yoksun bırakmaktadır.
Bilim insanlarının yapmış olduğu araştırmalarda İstanbul, Avrupa şehirleri arasında en gürültülü şehir olarak belirlenmiştir. Taşıyabileceğinden fazla nüfusuyla, özel araç kullanımındaki yaygınlık sonucu oluşan trafiğiyle, bitmek bilmeyen inşaat çalışmalarıyla İstanbul, kulakları sağır edecek kadar gürültülü. Gürültünün insan ve canlı sağlığına olumsuz etkileri ise yıllardır bilinmekteyken yetkililer konuyla ilgili hiçbir önlem almamaktadır.
Yine yapılan araştırmalarda dünyada ışık kirliliğine maruz kalan ülkeler değerlendirildiğinde Türkiye 220 ülke arasında 47. Sırada yer almaktadır. Türkiye ışık kirliliği değerleriyle dünya ortalamasının %58 üzerinde, Avrupa ortalamasından ise %3 daha kirli durumdadır. Türkiye`nin en fazla ışık kirliliğine sahip şehri İstanbul ise büyüdükçe gökyüzünü kaybediyor. Araştırmalara göre İstanbul`da gökyüzü neredeyse hiç kararmıyor. Rezidanslarla, alışveriş merkezleriyle, kontrol edilmeyen ışıklandırmalarıyla İstanbul enerji kullanımına doymuyor. Aşırı enerji tüketiminin doğaya verdiği zarar bilinmektedir, Türkiye`nin ışık kirliliğini derhal bir kirlilik olarak algılaması, mevzuatlarla kontrol altına alması gerekmektedir.
Avrupa`daki büyük şehirler incelendiğinde en sağlıksız hava koşullarına sahip şehrin İstanbul olduğu belirlenmiştir. Hava kirliliği parametreleri sınır değerlerimiz Avrupa değerlerinin çok üzerindedir ve buna rağmen Türkiye`de birçok il bu sınır değerleri dahi sağlayamamaktadır. Kalitesiz kömür kullanımı, endüstri, araç emisyonları, inşaat faaliyetleri, üretim süreçlerindeki kazalar hava kirliğine neden olurken kirliliği önleyecek yasal yaptırımlar denetimden yoksun ve eksiktir.
Başımızı kaldırdığımızda binalardan gökyüzünü göremediğimiz, betonlaşan, betonlaştıkça daha çok ısınan; Kuzey`deki Ormanlarından gelen temiz havasını kaybetmiş, ağaçsız, inşaat tozlarından, araç egzozundan nefes alınamayan, 1453`te fethedilen 2017 yılında ise 1453 tane kamyon ile talan edilen şehrimiz İstanbul`a yönetenlerin son armağanı ise: kömürlü Termik Santral olmuştur.
Şubat 2017`de Bakanlar Kurulu`nun Silivri ve Çerkezköy arası ile Tekirdağ Vize yakınlarında termik santral yapma kararı Resmi Gazete`de yayımlandı. Önceki planlarında tarım ve orman alanı olarak geçen bölge İstanbul Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğünce plan değişikliğine gidilerek ‘Enerji Üretim Alanı` ilan edildi.
Termik santrallerin doğaya verdiği zararı bilim insanları onlarca kez kamuoyuyla ve yönetenlerle paylaşmış olmasına rağmen; küresel iklim değişikliği tüm dünyada alarm vermekteyken, yeşil alanlar bir bir yok olmakta ve verimli topraklar kaybedilmekteyken, yeraltı suları kirlenmekte ve azalmaktayken, hava kirliliği kritik eşikteyken termik santral yapmaktaki ısrarı bilimsel bulmuyoruz, bu santrallerin halkın yararını gözettiğini düşünmüyoruz, İstanbul`un ve Trakya`nın termik santrallere kurban edilmesini kabul etmiyoruz!
Kurbağalıdere için, Kuzey Ormanları için, Validebağ Korusu için, Gezi Parkı için, Kabataş, Fındıklı, Kalamış için Marmara Denizi için haykırdığımız gibi bu kez de Silivri için haykırıyoruz: Silivri`de ve Trakya`da Termik Santral istemiyoruz, ölüm solumayacağız!
Çevre Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi olarak; herkesi yaşam alanlarını korumaya, daha fazla tüketim için doğadan çalan enerji politikalarına karşı dikkatli olmaya, kriz yöneteceğiz diyerek ve rant için kentleri ve köyleri şantiye alanına çevirenlere ‘sağlıklı bir çevrede yaşama hakkını` hatırlatmaya, toprağımız, havamız, suyumuz için bir arada olmaya, bulunduğumuz her yerde ekolojik yıkıma karşı ses çıkarmaya davet ediyor; doğa için verilen her mücadelede bilim ve tekniği halkımızın hizmetine sunacağımıza ve herkesle dayanışma içerisinde olacağımıza söz veriyoruz.
Saygılarımızla,
TMMOB
Çevre Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi
(5 Haziran 2017)