DÜNYA SU GÜNÜ BASIN AÇIKLAMASI: SAĞLIKLI YAŞAM İÇİN SU…
SAĞLIKLI YAŞAM İÇİN SU…
Yaşamın temel kaynağı olan Suyun önemine dikkat çekmek amacı 1992 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda kabul edilmesinden beri her yıl farklı temalarla değerlendirilen 22 Mart Dünya Su Günü Teması ; 2020 yılında " Su ve İklim Değişikliği " olarak belirlenmiştir.
Nüfus artışı, kentleşme, sanayileşme, doğal varlıkların kontrolsüz tüketimi, ormansızlaşma ile birlikte ve buna bağlı olarak ortaya çıkan iklim değişikliği süreçlerinin getirdiği baskılar nedeni ile su kısıtlılığının artması, kaynakların tükenmesi, kirlilik, aşırı doğa olayları Dünyada ve ülkemizde de yaşam için tehdit oluşturmaktadır.
İklim Değişikliğinin doğal kaynaklarımıza ve canlı yaşamına etkisi ile ilgili küresel düzeyde farkındalık artmasıyla birlikte konu ile ilgili alınacak önlemler uluslararası düzeyde tartışılmakta ve eylem planları geliştirilmektedir. Bu süreçte her ülkede hükümetler ve yerel yönetimler tarafından daha sürdürülebilir ve doğa ile uyumlu yönetim politikalarının hayata geçirilmesi zorunluluk göstermektedir. Sıcaklık ve yağış gibi pek çok klimatolojik faktörlerde meydana gelen değişikliklerin göstergesi olarak ifade edilen iklim değişikliği; kara ve deniz sıcaklıklarındaki, yağış rejimlerindeki değişiklikler ile, sel ve kuraklık gibi ekstrem hava olaylarının sıklığında ve şiddetinde artış gibi etkilerle su döngüsü ve su kalitesinin değişmesine de neden olmaktadır.
İklim değişikliğinin; taşkın ve kuraklık riskleri ile su kaynakları ve kalitesine etkileri, içme ve kullanma suyu kaynakları, yönetimi, sağlık, tarım, gıda, sanayi ve enerji gibi tüm sektörler ile de ilişki içerisindedir. Bu süreçleri birbirinden ayrı değerlendirmek mümkün değildir. İklim değişikliği etkisi ile artan yaz sıcaklıkları, azalan kış yağışlarına bağlı yüzey sularının kaybı, toprak kalitesindeki bozukluklarla, kıyılarda erozyon, taşkın ve su baskınları gibi etkiler ile su kaynakları da risk altındadır.
Dünya Su Günü`nde kentimizde ve bölgemizdeki su kaynakları, su ve atıksu yönetimi, ulusal ve yerel su politikaları ile ilgili değerlendirmeyi kamuoyu ile paylaşmayı planlarken, COVİD-19 salgını birlikte bu süreçte önceliğimiz sağlığımızı ve yaşamımızı koruma mücadelesi olmuştur.
Salgın ile ilgili yaşanan süreçte; sağlık uzmanları tarafından kişisel hijyenin sağlanmasının öncelikli olarak tavsiye edilmesi Suyun yaşamsal önemini bir kez daha hatırlatmaktadır. Diğer taraftan Birleşmiş Milletler tarafından yayımlanmış olan Dünya Su Gelişim Raporu`nda belirtildiğine göre, Dünyada 748 milyon kişi temiz içme suyuna ulaşamamaktadır. Aşırı kentleşme nedeni ile boyutu büyüyen temiz suya ulaşım sorunu kapsamında; Dünya kentlerinde 20 yıl önce 111 milyon kişi bu olanaktan yoksunken, şimdi bu sayı 149 milyona ulaşmıştır.
Yıllık tüketilebilir su potansiyeli ise 112 milyar m3 olan ülkemizde kişi başına tüketilebilir su potansiyeli 1.519 m3 civarında olup, bu değer "su azlığı" yaşanan bir ülke olduğumuzu ve bu değerin 2030 yılında 1000m3 olacağı öngörülmekte, "su fakiri" ülkeler sınıfında olduğumuzu göstermektedir. Küresel iklim değişikliğine ilişkin senaryolar ülkemizin bu süreçten olumsuz yönde etkileneceğini ve su kısıtımızın daha da artacağını ortaya koymaktadır. Ülkemizde su tüketiminin %70`i tarımsal, %20`si kentsel ve %10`u ise endüstriyel alanda gerçekleşmektedir. Dünyada ve ülkemizde giderek daha kıt bir kaynak olan suyun etkin ve adil bir kullanımı olduğunu söylemek ise mümkün değildir.
TÜİK istatistiklerine göre 2018 yılında İçme ve kullanma suyu şebekesi ile hizmet verilen belediye nüfusun toplam belediye nüfusuna oranı (%) 99 olarak tanımlanmış, İçme ve kullanma suyu arıtma tesisi ile hizmet verilen belediye nüfusun toplam belediye nüfusuna oranı ise % 60 olarak verilmiştir. Vatandaşlarımızın % 40 ı ü sağlıklı içme suyuna ulaşamamaktadır.
2018 yılında ülkemizdeki 1399 belediyeye karşın yalnızca 1357 belediyenin kanalizasyon şebekesi ile hizmet vermekte, 644 belediyenin atıksu arıtma tesisi bulunmaktadır. Bu 644 tesisten, Avrupa Birliği (AB) standartlarında arıtma yapan tesis sayısı ise 203 olup, 2018 yılında arıtılan 4,2 milyar metreküp atıksuyun 2,03 milyar metreküpü bu tesislerde arıtılmıştır. 2018 yılında belediye şebekeleri ile deşarj edilen atıksu miktarının 4,2 milyar metreküp olduğu dikkate alınırsa, belediyelerde üretilen atıksuyun % 87,5 `inin arıtıldığı, ancak AB standartlarında arıtılan atıksu oranının % 47 oranında olduğu ortaya çıkmaktadır. Atıksu arıtma tesisi ile hizmet verilen belediye nüfusunun toplam belediye nüfusuna oranı (%) 68 dir. Vatandaşlarımıın %32 sisin oluşturduğu atıksu arıtılmadan alıcı ortamlara verilmekte, arıtılan atıksuyun ise ancak yarısınının sağlıklı koşullarda arıtılabildiği görünmektedir.
Belediyeler, köyler, imalat sanayi işyerleri, termik santraller, OSB‘ler ve maden işletmeleri tarafından 2018 yılında doğrudan alıcı ortamlara 14,8 milyar m3 atıksu deşarj edildi. Doğrudan alıcı ortamlara deşarj edilen atıksuyun %77,4‘ü denizlere, %18,7‘si akarsulara, %1,1‘i barajlara, %0,9‘u foseptiklere, %0,5‘i göl/göletlere, %0,2‘si araziye, %1,2‘si ise diğer alıcı ortamlara deşarj edildi. Soğutma suları hariç alıcı ortamlara deşarj edilen atıksuyun %80,9‘u arıtıldı. 2016 yılı verilerine göre ülke genelinde faaliyette olan 225 OSB`nin sadece 94`ü AAT`ye sahiptir. OSB`lerin 12`sinde AAT inşaatı devam etmekte, 14`ünde ise AAT projesi yapılmaktadır.
Kentimizde İse İçme suyu arıtma tesisi le hizmet verilen nüfus % 75, Atıksu arıtma tesisi le hizmet verilen nüfus % 99 olarak görülmektedir. İzmir Büyükşehir Belediyesi sınırları içinde gerekli içme ve kullanma suyu su, barajlar ve yeraltı suyu kuyularından sağlanmaktadır. İZSU verilerine göre, 2018 yılında temin edilen suyun yaklaşık % 58,6`sı yeraltı, yaklaşık %41,4`ü yüzeysel su kaynaklarından sağlanmıştır. İzmir Kentinin su ihtiyacını karşılayan kaynakların miktar ve kalite olarak sürdürülebilirliğinin sağlanması, korunması büyük öneme sahiptir. Yüzeysel ve yeraltı su kaynaklarımızın bulunduğu bölgelerde alan kullanımına yönelik baskılar ve kirlilik tehdidinin yanında iklim değişikliğinin getireceği süreçlere de kentin hazır olması gerekmektedir.
2018 yılı nüfus verilerine göre nüfusu yaklaşık 4.320.000`ye ulaşan İzmir`de, İZSU Genel Müdürlüğü tarafından 22`i Avrupa standartlarında arıtım yapan ileri biyolojik, 39`i biyolojik ve 6 tanesi doğal arıtma olmak üzere toplam 67 arıtma tesisi ile atıksu arıtma hizmeti verilmektedir. Atıksu arıtma tesislerinde arıtılan atıksuyun yüzde 97`si ise Avrupa standartlarında arıtım yapan ileri biyolojik atıksu arıtma tesislerinde arıtılmış, kalan yüzde 3`ü biyolojik ve doğal arıtma tesislerinde arıtılmıştır. İzmir halen, 22 ileri biyolojik atıksu arıtma tesisi ile ülkemizde Avrupa standartlarında arıtım yapan en fazla tesise sahip olan kent olduğu gibi, ülkemizde kişi başına Avrupa standartlarında en fazla atıksu arıtımının gerçekleştirildiği kenttir.
Arıtma Tesisleri ve yatırımları ile TÜİK verileri kapsamında başarılı olan İzmir, kentin yoğun yapılaşmasına ve planlanamamasına yetişemeyen altyapı eksiklikleri ile de karşı karşıyadır. Kentin altyapı yatırımlarının yapılaşma sürecine yetişemediği kentin yöneticileri tarafından da ifade edilerek altyapı kaynaklı koku sorununa yönelik planlamalardan bahsedilirken, kentin yapılaşma ve kontrolsüz büyüme sürecinde altyapı yetersizliklerinin planlanamadığı, altyapı ve arıtma tesislerinin kentleşme sürecinde kapasitelerinin yetersiz kaldığı gerçeğini de unutmamak gerekir.
İçme suyu ve Atıksu arıtma tesisleri sayısı ve kalitesi ile Ülkemizin diğer kentlerinden önde olan İzmir Kenti; Bardağın diğer tarafından bakıldığında ise yeterli suya sahip olamadığı için kilometrelerce öteden Gördes Barajından su temini sağlamak üzerine bir planlama yapılmıştır. Bir taraftan kilometrelerce öteden yüksek maliyet ve işgücü harcanarak su temin eden İzmir; gelecekteki su kaynağı olan Çamlı Baraj Havzasında altın madenciliğinin getirdiği kirlilik riski ile karşı karşıyadır. Kentte su yönetiminden sorumlu kuruluşlar olan İZSU ve DSİ Gelecekteki su kaynakları için farklı yaklaşımlar sergilemektedir. İzmir Büyükşehir Belediyesi ve İZSU Çamlı Barajını zorunluluk olarak görürken, DSİ Baraj yapımını öngörmemektedir. Kentin Su Yönetiminden sorumlu iki kuruluş politikaları İzmirliyi sağlıklı suya ulaşma konusunda tehlikede bırakmaktadır. Bununla birlikte maden işletmesinin mevcut hali ile yarattığı kirlilik mahkeme kararları ve bilirkişi raporları ile ortaya konulmuş ve ÇED Kapasite Artışına ilişkin ÇED Olumlu Kararı İptal edilmişken; Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından tüm bu aşamalar göz ardı edilerek ÇED Kapasite Artışına ilişkin ÇED süreci yeniden yürütülmüş ve ÇED Olumlu Kararı yenilenmiştir. Efemçukuru İzmir Kenti Yerel Yönetimi tarafından Kentin Su kaynağı olarak tanımlanmaya devam ederken, tüm itirazlara rağmen Merkezi İdareler tarafından kirlilik riski ile baş başa bırakılmıştır.
Diğer taraftan; Kentimizde Gediz, K. Menderes, Kuzey Ege, Gördes Havzalarını değerlendirdiğimizde kalite ve miktar olarak bulunduğu durum; su kaynaklarımızın karşı karşıya bulunduğu çevresel risklerin yönetilemediği ve acil planlama ve yönetim süreçleri gerçekleştirilemezse geri dönüşü mümkün olmayan noktalara ilerlediğinin de bir göstergesidir. Kentimizin İçme suyu kaynağı olan Tahtalı Baraj Havzası İle İZSU Yönetmelikleri ile de koruma altında tutulmaya çalışan havzada kentleşme ve sanayi baskısı mevzuat değişiklikleri ile koruma kapsamının yumuşatılması yaşam kaynaklarımızın da bu baskılara feda edilmesinin önünü açacaktır. Bu noktada Söz konusu mevzuatların yaşamsal kaynağımız olan Su varlıklarımızın miktar, kalitesinin korunması, iyileştirilmesi ve doğru planlama süreçleri ile sürekliliğin sağlanması yönünde planlama, uygulama, denetim mekanizmalarının birlikte uyum içerisinde ve güçlü işletilmesi büyük önem taşımaktadır.
Bölgemizde Bergama Altın Madeninin yarattığı yaratacağı çevresel risklerle ilgili hukuki ve toplumsal mücadele devam ederken; Efemçukuru Altın Madeninin İzmir`in Su kaynağı olan Çamlı Baraj Havzasında , Çukuralan Altın Madeninin Balıkesir`in Su kaynağı olan Madra Barajı Havzasında, Gördes Nikel Madeninin İzmir ve Manisa`nın Su Kaynağı olan Gördes Havzasında , Çaldağ‘da İşletilmesi Planlanan Nikel Madeninin Gediz Havzasında, Kışladağ Altın Madeninin Uşak`ta yarattığı çevresel riskler ve bu projelere verilen ÇED Olumlu kararları ile ilgili Odamızın da içerisinde bulunduğu hukuki süreçler devam ederken diğer taraftan işletmelerin yarattığı olumsuz etkilerde devam etmektedir.
Tüm bu süreçlerde verimli tarım arazileri, su havzaları, ormanlarımız, korunması gereken doğal alanlarımızda işletilen, işletilmesi planlanan çevresel riski son derece yüksek olan bu tesisler ile karşı karşıya bırakılmaktadır.
Mevcut durumu ile karanlık bir tablo olarak karşımıza çıkan su yönetimi; İklim Değişikliğinin getirdiği diğer olumsuz süreçlerle de su kaynaklarımızın korunmasının ne kadar önemli olduğunu bir kez daha göz önüne sermektedir. İklim olaylarındaki değişimler, yağış ve sıcaklık rejimi değişiklikleri, sel, afet, kuraklık süreçleri ile kentlerimiz altyapı eksiklikleri ile su kaynaklarımız da büyük risk altındadır.
Ülkemizde yürütülen politika ve yasal mevzuat değişiklikleri ile; doğal varlıklarımızın, tarım alanları, orman alanları, meralar, sulak alanlar, su havzaları ve diğer korunması gereken alanlarda yapılaşma ve rant baskısı nedeni ile koruma amaçlı yürütüldüğü ifade edilen düzenlemeler tam tersi sonuçlar yaratmaktadır.
Alternatifi olmayan tek madde olarak tanımlanan suyun tüm dünyada kısıtlı miktarda olduğu ve temiz su miktarının her geçen gün azaldığı artık bilinen bir gerçektir. İzmir için yaklaşık bir hesap yapılırsa kişi başına yıllık su miktarı 1316 m3olarak verilebilir. Bu değer de su kısıdı bulunan yerler için verilen 1.500 m3değerinden düşüktür. Bu durum İzmir`de su yönetiminin önemini ortaya koymaktadır. İzmir için temiz su ihtiyacını karşılamak üzere akılcı yatırımlara ve yeni su kaynaklarına acilen ihtiyaç vardır. İlgili kurum ve kuruluşlar mevcut su kaynaklarını en iyi şekilde yönetirken, gelecek için alternatif su kaynaklarını elde etmek için gerekli yatırımları geç olmadan yapmalıdır. Temiz suların evsel veya endüstriyel amaçlı kullanılmasından sonra oluşan atıksuların arıtıldıktan sonra yeniden kullanılması, tarım ve sanayi amaçlı kullanılan suyun doğru ve etkin kullanımı ve yönetimi ile enerji yönetimi artık su yönetimin olmazsa olmaz bir parçası olarak düşünülmeli ve konunun uzmanı olan kişiler ile Su Yönetimi süreci planlanmalı, kentin planlanmasına yönelik planlar ve yatırımlarda su yönetimi süreci de dikkate alınmalıdır.
Çevre Mühendisleri Odası İzmir Şubesi olarak, suyun, canlı tüm yaşam için vazgeçilmez doğal bir hak olduğu unutulmadan, suyun kullanımı ve korunması ile ilgili kararlarda yöre, bölge, ülke insanının yok sayılmadan ivedilikle toplumsal projeler oluşturulması gerektiğinin önemi bilinerek ve hiç akıldan çıkarılmadan; ayrıca suyu "doğal hak" olmaktan çıkarıp, "ticari bir mal" haline getirerek sermayeye, küresel piyasaya açan politikalardan vazgeçilmesini, doğal kaynaklarımızı, halkımızın çıkarlarını ve geleceğini korumak için; kamu mülkiyeti temelinde örgütlenmiş, ulusal planlama çerçevesinde yerel kalkınmayı hedefleyen, her bireyin suya erişimine olanak sağlayan, eşitsizlikleri de ortadan kaldırarak, doğayla barışık yatırımı önemseyen ulusal su politikalarının bir an önce hayata geçirilmesi gerekliliğini bir kez daha vurguluyor, yurttaşlarımızın esenliğini ve doğal varlıkların korunmasını esas alan yönetim ve çevre politikalarının hayata geçirilmesi konusundaki kararlığımızı kamuoyu ile paylaşıyoruz.
TMMOB Çevre Mühendisleri Odası İzmir Şubesi