GASP EDİLEN HAKLARIMIZHÜRRİYET GAZETESİ)
3 Aralıkta Başbakanlık bir kanun tasarısı hazırlayıp TBMM Başkanlığına gönderdi. Tasarının adı Danıştay Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun. Tasarıya baktığınızda Danıştay Kanunu ile İdari Yargılama Usulü Kanununun değiştiğini görüyoruz. En üst yargı olan Danıştay ikiye bölünüyor ve içinde ikinci derece bir yargı yeri daha oluşturuluyor. Bu, alışılmış yüksek yargı yapısına uygun değil.
Gelelim İdari Yargılama Usulü Kanununa... Buradaki değişiklik çevre ve kent davalarında plan hukukuyla ilgili olarak önümüze çıkacak. Bugüne kadar olan şuydu... Bir çevre düzeni veya imar planı hazırlanır ve ilgili yerlerde 1 ay askıya çıkar. Genellikle bu planları ilgili odalar, vakıflar, dernekler takip eder. Vatandaşın plandan ancak zarar görmesiyle haberi olur, koşar mahkemeye gider. Mahkemeye gittiğinde idari işlemin iptali için dava açan avukat aynı zamanda dayanağı olan planın o maddesinin de iptalini ister. Ama artık isteyemeyecek. Peki ne olur isteyemezse? Dayanağı olan konunun iptalini isteyemeyeceği için dayanağın hukuka aykırılığını söyleyemez. Dolayısıyla açtığı davayı daha başından kaybeder. Yani mesela ÇED veya ağaçlandırma yönetmeliğinin, kıyıyla ilgili bir yönetmeliğin baştan iptalini istemediniz çünkü o sırada sizinle ilgisi yoktu. Bir zaman sonra onun iptalini isteyemeyeceksiniz. Bu bir. İkincisi... Bu tasarıyla dava açma süreleri 60 günden 30 güne indiriliyor. Ne zaman bir takım şeyler fark edilecek? Ne zaman vatandaş avukata gidecek? Ne zaman dava açması için en aşağı gerekli olan, mahkemeye yatırması gereken parayı bulacak da dava açacak? Avukatlar bazen sırf onunla ilgilense bile bir davayı bir ayda zor yetiştiriyor. Çünkü bunlar boşanma veya tahliye davaları gibi 1.5-2 saatte dilekçeyi yazıp masadan kalkılan davalar değil. Avukat bazen araziye gider, yerinde inceler. Vakit alır yani. Dava açma süresini niye yarıya indiriyorlar peki? Vatandaş davadan vazgeçsin, hakkını kullanamadığında dava açamasın diye. Kafalarındaki şu: "Biz istediğimiz şekilde istediğimiz kararı alalım. Kıyı, orman, mera, tabiat, doğal sit, her türlü yerde istediğimiz işlemi yapalım; vakıflar, dernekler, odalar dava açamasın, açmaya fırsat dahi bulamadan bu işleri bitirelim." 30 gün içinde dava açtınız açtınız, açamadınız bitti iş. Üçüncüsü... Yeni bir kavram eklemişler: Grup dava. Diyelim yönetmelikte bir değişiklik yapıldı... Çevre Mühendisleri Odası, A Vakfı ve B Derneği de ayrı ayrı dava açtı. Mahkeme "Bunların konusu aynı. O zaman bunları grup dava olarak nitelendiririm" diyecek. Ondan sonra aralarından dilediğini seçecek. A Vakfını seçtiyse ve o yürütmeyi durdurma istemediyse diğer iki davacının isteme hakkı gidecek. Yürütme durmazsa o iş bitecek, toprak kazılacak, ağaçlar kesilecek. Ve belki de seçilen dava diğerlerine göre en hazırlıksız olanı, en az delilli, belgeli, dayanaklı olanı. Gitti mi sizin hakkınız? Grup dava kadar saçma sapan bir şey olamaz. Nerede vatandaşın Anayasanın 36ncı maddesindeki dava hakkı? Dördüncüsü... İhale kararları, acele kamulaştırma işlemleri, Özelleştirme Yüksek Kurulu kararları, Turizmi Teşvik Kanunu uyarınca yapılan tahsisler, satış-kiralamalar, Çevre Kanunu uyarınca verilen ÇED kararları ve afet riski altındaki alanların dönüşmesi hakkındaki kanun gereğince "Şurayı afet bölgesi ilan ettik" diyen Bakanlar Kurulu kararlarına dava açtığınızda, idarenin cevabına karşılık bizim cevap verme süremiz de yarıya, 15 güne iniyor. Yetmez... Davamız reddedilirse şimdi 30 gün olan temyiz süremiz 7 güne iniyor. Yetmez... Temyizden sonraki karar düzeltme aşamasında da mahkemenin huzuruna çıkma hakkımız elimizden alınıyor. Bu çok ama çok ciddi bir hak kaybı. Bu tasarıyla özetle şunu diyorlar: "Hiçbir şekilde vatandaşın engeline takılmadan, haklarını gasp ederek, hak arayışını zorlaştırarak bütün projeleri hayata geçireceğiz. Betonları dikeceğiz, HESleri yapacağız, madenleri çıkaracağız."